“İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır” demişti Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllar önce… Bu söz, siyaset sahnesinde bir mottoya dönüşmüştü. Çünkü İstanbul sadece bir şehir değil; Türkiye’nin kalbi, ekonominin ve siyasetin merkeziydi. 31 Mart 2024 seçimlerinde bu söz bir kez daha tartışmaya açıldı. CHP, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni ve 26 ilçeyi kazanarak tarihi bir zafere imza attı. Ekrem İmamoğlu’nun başarısı yalnızca bir belediye seçimi değildi; demokrasiye inanan milyonlar için bir umut, bir değişim umuduydu.
Ancak üzerinden bir yıl bile geçmeden, İstanbul’da siyaset sahnesi altüst oldu.
Bir sabah, kamuoyu şu haberle uyandı:
“CHP’li belediye başkanlarına operasyon: Çok sayıda tutuklama.”
İstanbul’un kritik ilçelerinin belediye başkanları gözaltına alındı ve tutuklandı. Aralarında Ekrem İmamoğlu, Ahmet Özer, Rıza Akpolat, Alaattin Köseler, Resul Emrah Şahan, Murat Çalık, Utku Caner Çaykara, Hasan Akgün, Hakan Bahçetepe, ve İnan Güney gibi isimler var.
İddialar son derece ağır:
“Terör örgütüne yardım”, “ihaleye fesat karıştırma”, “rüşvet”, “suç örgütü yöneticiliği”…
Liste uzayıp gidiyor.
Şimdi Türkiye’de en çok sorulan sorulardan biri şu: Bu davalar gerçek bir yolsuzluk ve suç dosyası mı, yoksa siyasi bir mühendislik mi?
Bir yıl önce, 31 Mart gecesi yaşananları hatırlayın: Sandık başında bekleyen milyonlar, ekrana kilitlenen gözler, demokrasi adına yükselen umut… Bugün ise konuşulanlar bambaşka: Kayyum atamaları, kapatılan kent lokantaları, tartışmalı uygulamalar…
Bu tablo, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk devleti tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Çünkü mesele sadece bir dava değil; sandığın iradesi ile yargının gücü arasındaki ince çizgide hangi ilkenin öne çıkacağı meselesi.
Hukukun üstünlüğü, demokrasinin temeli… Eğer gerçekten bir suç varsa, elbette hesap sorulmalı. Ancak bu süreçler şeffaf, delillere dayalı ve kamu vicdanını tatmin eden bir şekilde yürütülmezse, toplumda hukuka olan güven derin yara alır.
Bir başka kritik soru: İstanbul’da başlayan bu operasyonlar, Türkiye’nin siyasi geleceğini mi şekillendiriyor?
Çünkü İstanbul, her seçimde bir sembol oldu. Bu şehirde alınan sonuçlar, siyasi dengeleri hep etkiledi. O nedenle, “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” sözünün ardındaki gerçeklik bugün yeniden sorgulanıyor.
Bir şey kesin: Bu sürecin sonunda yalnızca belediyelerin değil, Türkiye siyasetinin rotası da değişebilir. Bu yüzden en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, hukukun üstünlüğünün tartışmasız şekilde korunması.
Sandığın iradesi, adliye koridorlarında mı şekilleniyor? Yoksa hukuk, siyasetin gölgesinde mi kalıyor?
İşte asıl mesele tam da bu.
Bu soruların cevabı, yalnızca İstanbul’un değil, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek.