Gerek ekonomik gerekse sosyolojik değişim ve dönüşüm açısından Türkiye’nin çözmesi gereken en önemli sorunlarından biri 60’lı yıllar itibariyle başlayan ve gittikçe çoğalan kırsaldan kente göçtür.

Bu günlere gelindiğinde göç gerçeğinin acı yüzüyle yüzleşmemiz kaçınılmaz oldu. İktidarın üretim yerine ithalatı destekleyen tarım politikası ve üretim maliyetlerinin artması sebebiyle emeğinin karşılığını alamayan çiftçi üretimi durdurdu.

Dünyanın en bereketli coğrafyasında, Anadolu’da yaşıyoruz. 4 mevsimin ayna anda yaşandığı bu topraklarda tarım ve hayvancılık adına akla zarar mali kayıpların olması, ürettiğimizi pazarlayamama ve şahsi kişilerin tekeline bırakılan piyasada alım satım ve ücretlendirme sistemiyle çiftçi tarlasını satıp, kente gitmekten başka çare bulamıyor. Devletin sadece beş müteahhit, on holding ve marketler zincirlerini destekler yönde uyguladığı politika, madencilik sektörüne peşkeş çekilen tarım arazileri, bu alanlarda inşa edilen villa, toplu konut adı altında betonlaşma, üretim ekipman fiyatlarının sürekli artış göstermesi, çiftçiyi üretimi durdurmaya yöneltti.

Sebze meyve niçin pahalı? Neden gıda ürünü ithal ediyoruz?

Türkiye nüfusu 2013-2020 arasında toplam yüzde 9 oranında artarken köy nüfusumuz yüzde 11.4 azaldı, son sekiz yılda her 100 çiftçimizden 22’si tarımı bırakmış. Trakya dan büyük bir tarım alanının bu yöntemle yok edildiğini açıklayan uzmanların raporuna bakıldığında ise; köylünün şehre yığıldığını görüyoruz. Bu durum, tüm gıda sektöründe üretim olmadığı için fiyatların uçmasına ve dahası şehre yığılan köylü nedeniyle şehirlerin nüfus yoğunluğunun ve demografik yapılarının değişmesine neden oluyor. Ekim ve üretim yapılmayan araziler kısa zamanda müteahhitlerin, maden işletmecilerinin kucağına düşüyor. Böylelikle üretim olmayan yerde sebze meyve fiyatları da alıp başını gidiyor.

Büyük metropoller olmak üzere, il merkezlerine yığılan insanlar, hizmet kalitesinin de düşmesi sonucu aslında geldikleri yerlerde de kötü hayat şartları ile yaşamak zorunda kalıyorlar. Okulların yetersizliği, elektrik, su, doğalgaz tüketimi, temizlik ve çevre düzeni harcamaları bu yoğun nüfusa göre ayarlanamayınca, ya halk hizmet alamaz duruma geliyor, ya da çok daha fazla giderle karşı karşıya kalıyor.

“ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA GİTMESEK DE, GELMESEK DE O KÖY BİZİM KÖYÜMÜZ”

Büyük şehirlerden köy hayatına kaçmak isteyen kentlilerin sayısının artması da hep bu beton yorgunluğu, tabiat özlemi ve hizmet eksikliklerinden kaynaklanıyor. Ancak kentten köy hayatına geçmeyi planlayan aileler için köyleri artık hayal ettiklerinden çok uzakta. Velhasıl hepimizin bildiği “orda bir köy var uzakta gitmesek de, gelmesek de o köy bizim köyümüz” değil artık. Yandaş müteahhitlerin, madencilerin ve market zincirlerinin ve yabancı uyruklu yatırımcıların.. Bu da ayrı bir ironik olay.

Üretim tüketim zincirinde meydana gelen düzensiz ve umarsız tutum, ekonomiye kısa ve uzun vadede kolay kolay düzeltilemeyecek hasarlar veriyor. Korkarım bu hasarlar, pandemi süresince daha da derinleşti ve toplumsal bir infial ile karşılaşmadan çözüm adına daha doğru adımlar atılır...