Bu ülkede insanlar artık güne umutla değil, korkuyla uyanıyor. Kim gözaltına alınacak? Hangi ses susturulacak? Hangi özgürlük kısıtlanacak? Ve sanki bu yetmezmiş gibi, mutfaktaki yangın her geçen gün büyüyor. Market fiyatları uçmuş, enflasyon halkın cebini yakıyor. Ama ne yazık ki gündem yine başka: barikatlar, kayyumlar, yasaklar…

İstanbul’da yaşanan son kayyum krizi bunun en çarpıcı örneği. Bir siyasi partinin il yönetimi mahkeme kararıyla görevden alınıyor, yerine kayyum atanıyor. Atanan kayyum ise daha önce partinin il başkanlığını yapmış bir kişi. İl binası polis barikatlarıyla çevriliyor, giriş çıkışlar engelleniyor. Valilik gösteri yasağı ilan ediyor. Soruyorum: Bu mudur hukuk devleti?

Evet, yargı karar verebilir. Ama kararın gerekçesi kadar uygulaması da önemlidir. Hukukun ruhu şeffaflık ve adalettir. Bugün ise toplumda oluşan algı şu: Hukuk, siyasetin gölgesinde.

Polis Barikatı mı, Gövde Gösterisi mi?

İstanbul’un göbeğinde, bir siyasi partinin binasına girmek için yüzlerce polis görevlendirildi. Bu gerçekten güvenlik tedbiri miydi, yoksa bir güç gösterisi mi? Kamu düzenini sağlamak devletin görevidir ama alınan önlemler orantısız olduğunda hukuk devleti değil, otorite devleti görüntüsü oluşturmaz mı ?

Bir ülke, barikatlarla değil; adaletle yönetilir. Bugün gördüğümüz tablo ise tam tersini gösteriyor. Ve biz artık Türkiye olarak bu görüntülere resmen alıştık.

Hukuk Biterse, Güven de Biter

Bir ülkenin temeli hukuktur. Hukuk zayıflarsa, ekonomiden siyasete kadar her şey çöker. Yargıya güvenin olmadığı bir yerde yatırımcı gelmez, istikrar olmaz. İnsanlar hak ararken korku duyuyorsa, demokrasi sadece kâğıt üzerinde kalır.

Bugün gözaltına alınmak, tutuklanmak olağan hale geldi. İnsanlar konuşmaktan çekiniyor. Bu kabul edilebilir mi? Bu mudur güçlü Türkiye?

Ekonomi Çöküyor, Umutlar Bitiyor

Bir ülkenin gerçek gündemi nedir? Halkın sofrası. İnsanlar çocuğuna süt alamıyorsa, evine ekmek götürmekte zorlanıyorsa, geleceğe dair umutları kalmaz. Bugün gençler bu ülkede hayal kuramıyor. Genç beyinler bavullarını toplayıp gidiyor. Kadınlar güvencesiz, işçiler umutsuz, emekliler açlık sınırının altında.

Ama bütün bunlar yaşanırken, birileri hâlâ koltuk sevdasından vazgeçmiyor. Siyasi çıkarlar, makam hırsı, güç mücadelesi… Hiç kimse bulunduğu yeri bırakmak istemiyor. Herkes kendi iktidarını, kendi pozisyonunu korumanın derdinde. Olan kime oluyor? Halka! Çünkü bu kavgaların bedelini yine biz ödüyoruz: daha fazla yoksulluk, daha fazla adaletsizlik ve daha fazla umutsuzluk.

İnsanlar çocuğuna süt alamıyor, pazara çıkmaya korkuyor. Emekli açlık sınırının altında, gençler bavulunu toplayıp gidiyor. Kadınlar güvencesiz, işçiler umutsuz. Bu mudur adalet? Bu mudur refah?

Artık Yeter!

Ne yasaklar ne güç gösterileri bu ülkeye huzur getirir. Huzurun kaynağı ne barikatlardır ne yasaklardır. Tek kaynağı hukukun üstünlüğüdür. Çünkü unutmayın: Hukuk biterse güven biter. Güven bittiğinde, bu ülkenin yarını biter.

Şimdi soruyorum: Korkuyla ve yoksullukla nereye kadar gidebiliriz? Gerçekten böyle bir geleceği mi hak ediyoruz?