Basın özgürlüğü, gazetecilerin ve medya kuruluşlarının sansüre, baskıya veya müdahaleye uğramadan haber yapabilmesi, bilgi ve fikirleri serbestçe araştırıp yayımlayabilmesidir. Bu özgürlük, demokratik toplumların temel yapıtaşlarından biridir.
Bugün 3 Mayıs. Takvimler Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü gösteriyor. Ama biz gazeteciler için bugün, ne yazık ki kutlanacak bir gün olmaktan çoktan çıktı. Artık bu tarih, sadece susturulan meslektaşlarımızı anmak, baskı altında kaybolan gerçeğin yasını tutmak için bir durak noktası.
Çünkü bugün artık gazetecilik bir meslek değil, bir direniş biçimi.
Her haberde gözaltı ihtimali, her köşe yazısında dava tehdidi, her manşette yargı baskısı var.
Bir gazetecinin en büyük suçu, gerçeği yazmak.
Bir başkasının gözünde “vatandaşlık görevi” olan şeyi biz yaptığımızda, bu suç sayılıyor.
Sansür artık gizli değil, açıktan uygulanıyor.
Basın toplantıları, demeçler, açıklamalar artık doğrudan ilgililer tarafından kontrol ediliyor.
“Yayınlanmaması rica olunur” cümlesi bile yerini “yayınlarsanız sonucuna katlanırsınız” tehdidine bıraktı.
Bugün, gerçekleri yazan gazeteciler ya hapsediliyor, ya işsiz bırakılıyor ya da toplum önünde itibarsızlaştırılıyor.
Ve yalnızca baskıyla değil, ekonomik kıskaca alınarak da susturuluyoruz.
Tasarruf adı altında alınan ilk kararlar, çoğu zaman basına dair oluyor.
Kamu ilanları kesiliyor, yerel gazeteler iflasa sürükleniyor, bağımsız mecralar reklam ambargolarıyla boğuluyor.
Bugün kalem tutan eller, kâğıt parçasına değil, faturalara, kiraya, geçim derdine teslim edilmiş durumda.
Basın özgürlüğü yalnızca ifade hakkı değil, bir yaşam hakkıdır.
Bugün gazetecilere denilen şudur:
"Yazabilirsin, ama sadece izin verdiğimiz kadar."
"Konuşabilirsin, ama sadece bizim çizdiğimiz sınırlar içinde."
"Ya susarsın, ya bedel ödersin."
Ha birde tüm bu baskılar yetmezmiş gibi dijital çağın yarattığı yeni bir illüzyon daha eklendi:
Herkes gazeteci, ama gazetecilik yok.
Akıllı telefonu olan herkesin “haberci” gibi davrandığı bir dünyada, gerçek gazetecilik görünmez hâle getirildi.
Emek vermiş, bu mesleğe ömrünü adamış insanlar birer “gereksiz eski model” gibi gösterilmeye çalışılıyor.
Böylece toplumun güveni de yavaş yavaş mesleğimizden çekiliyor.
Bugün gazetecilik bir kariyer değil, bedeli olan bir yolculuk.
Bir kısmımız cezaevinde, bir kısmımız işsiz, bir kısmımız hâlâ direniyor.
Ama hepimiz aynı soruyu soruyoruz: “Bu toplumun vicdanı sustuğunda, kim konuşacak?”
Basın özgürlüğü sadece gazetecinin hakkı değil, toplumun oksijenidir.
Eğer gazeteci konuşamıyorsa, halk da bilemez. Halk bilmiyorsa, sorgulayamaz.
Ve sorgulamayan toplumlar susturulmaya alışır.
Bu yüzden bugün bir kutlama yapmıyoruz.
Bugün bir çağrı yapıyoruz:
Sansüre değil, gerçeğe inanın.
Susturulan gazetecilere değil, onların yazdıklarına kulak verin.
Çünkü bir gün herkes susabilir. Ama susmayan tek şey, gerçektir.